6 Mart 2012 Salı

Kadim Çınara bisikletli ziyaret

Uzun ve karlı bir kıştan çıkmayı deneyen güzel bir günde, fotoğrafta görülen yaşlı çınarı fotoğraflamak, doğanın kar içindeki iskeletini gözlemek için mavi bisikletimle eski ipek yolu vadisinde güneye, Lütfiye köyüne kadar pedallıyorum...

Mavi bisiklet(eski ama sağlam,vitessiz ve sade)
Kar, yağışsız geçen yılların intikamını almak istercesine yağdı bu yıl; soğukta oldu hani, bisikletle gezmek için pek uygun havalarda olmadı. Bahar ufak ufak kendini göstermeye başlayınca, kar da toprağı terketmeden bir gezi yapmak istedim.
 Pazar günü de hava açık ve güzeldi, biraz dolaşmaya, hava almaya, antrenmana, tutulan kaslarımı gevşetmeye, bisiklete binmeye arzu duydum. Yolun gittiği yere plansızca, öylesine, temiz havayı, karlı manzarayı, doğayı soluyarak- sürükledim kendimi.
Yol boyu vadinin capcanlı doğasının karla birlikte yarattığı güzellikleri seyrederek ilerledim. Yol boyu ellerinde tüfeklerle pazar günlerini öldürerek değerlendiren avcılarla sohbet ettim. Domuz avlıyorlarmış, tepelerden gelen köpek havlamalarına bakıp, görmedikleri arkadaşlarının yaptıklarını bilgiççe anlatarak, yorumlayıp eyleşiyorlardı.


Erik ağacı ilk çiçeklerini açıp baharın gelmekte olduğunu bize muştuluyor.


Yönümü güneye dönüp, eski ipek yolu vadisinden pedallamaya başladığım yer; bu yoldan birkaç defa İznik'e pedallamıştım.
 Pazar günü fotoğraf makinesiz öylece simultane (peh peh) yaptığım gezinin tadı damağımda kalmış olmalı ki hemen ertisi yani pazartesi şu an burada belgelediğim geziyi gerçekleştirdim.


Selimiye köyü
 Avcılar doğadan ellerini-ayaklarını ve tüfeklerini çekmişti. Motorlu araç trafiği de oldukça azdı. Çevre insanı da henüz tarlalarına konmamıştı. Sessizlik,güneşin nazlı çıkışları, çıplak ağaçların karla birlikteliği; bu kirli,kahpe, kavanoz dipli dünyaya bir başkaldırıydı sanki.
Bir başka dünyaya geçen bir tünel vardı da ben geçmiştim; tüm beton yapılaşmayı, arabaların homurtularını, insanların koşuşturmalarını, fay hattına yapılan yüksek otelleri, kirli havayı, gürültüyü, hoyratlığı, riyakarlığı,gözü doymaz hırslıları ve hırsızları, ardımda bırakmıştım bir süreliğine...

Lütfiye köyü mezarlığında yaşayan tahminimce en az 500 yıllık kadim yaşlı Çınar...
 Lütfiye köyü mezarlığı vadi boyunca akan derenin yanındaydı. Dere, kar sularını taşımanın gururuyla bağıra-çağıra, gürüldeyerek akıyordu. Çınara yaklaşırken yolda bir köylüyle karşılaştım. Uzun yıllardır buraların yerlisi ve köklü geçmişi olan çınarı hiç önemsemediğini gördüm, üzüldüm. Kim bu bisikletli garip yabancı der gibiydi, farklı bir insan görmek onu tedirgin etmişti. Ama onun tedirginliğini ifade biçimi, bölgesine girilen köpeğin havlaması gibi mert ve açık değil sinsiceydi, benimle konuşmak istemiyordu, ya da ne bileyim köylülerde sıkça rastlanan çevresini umursamaz tavırdı.
Çınarın yanına dikkatlice,karla kaplı mezarlara basmamaya özen gösterek, saygıyla yaklaştım.Ölüm ve yaşamın birlikteliğinin somut-canlı tanığına, ona dokundum, onun yaşadığı yüzyılları içime çekmek istedim. Yaşadığını tahmin ettiğim  tüm felaketlere,yıkımlara,çürümelere,şimşeklere-yıldırımlara,düşmanlara karşın yaşama tutunuşuna hayran olarak ayrıldım yanından...
Yakın çevremde bu çınar gibi ulu ve yaşlı iki çınar daha biliyorum; biri Saraylı köyü meydanında, diğeri Yeniköy'de rumlar zamanından beri yaşamakta.

Kar ve ağaç






Terkedilmişler fakat  yalnız değiller...
Sessizce girdiğim yollardan bilgilenmiş,yaşamış,farkedip-hissetmiş olarak geri döndüm. Kendimi yaşamıştım, tv veya bilgisayarda başka yaşantıların seyircisi olup kalmamıştım.

2 yorum:

  1. sizi yeni takip etmeye başladım, gerçekten iyi bir yazar ve gezginsiniz.. yazılarınızı ilgiyle okuyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginize teşekkür ederim, yolunuz açık olsun.

      Sil