6 Kasım 2009 Cuma

Gökova Pedallarımın Altında

Neden Gökova'ya gittim? Çünkü, bisikletime daha uzak yerleri göstermek istiyordum. Şaka bir yana, gitmek duygusu öyle birşey ki az çok hepimiz hissederiz onu. Bu etkinliğin topluca (150 kişi) yapılıyor olması, Gökova körfezinin dayanılmaz cazibesi, çadırda konaklanacak olması, denize girebilecek olmam, yolda olmak, gitmek, gitmek, gitmek...
Tura katılmak fikri uzun zamandır şekillenmişti zihnimde, Serhad'da olumlu fikir bildirdi, bizim oralardan genç dostumuz Emre'ninde gideceğini ramazan bayramında, babası kadim dostum Faruk ile bizi ziyaretlerinde öğrenmiştim. Neyse bağlantılar kuruldu, hazırlıklar yapıldı ve gitme günü geldi çattı.
Akyaka'ya gidiş: 23. ekim-Cuma; Biletleri Gölcük'den almıştım. Efe-tur'dan aldım. (Kişi başı 50 tl) Akşamüstü, eşyalarımı daha önce yerleştirdiğim ve kendi imalatım olan tur çantalarımı, çadır ve mat ı bisikletime yerleştirdim. Bisikletle ilk defa bu kadar yüklü gidecektim. Yüküm yaklaşık 15-20 kg. arasındaydı. Ailem benim uzak yerlere gitmeme alışıktı, fakat bu çok farklı bir şeydi. Bisikletleydi. Akşam 20.00 gibi evden seremoniyle( yola su dökmek) ayrılıp, Gölcük otogarına pedal bastım. Pedallarım kilitli (spd) olduğundan, tecrübem bir hafta bile olmadığından ve iki gün önce durduğumda sol ayağımı kurtaramayıp düştüğümden, daha da tedirgindim. Ama korktuğum olmadı ve çok rahatlıkla 7 km ötedeki otogara ulaştım. İnsana başlama cesareti yeter, gerisi gelir.
Bir korkum da otobüs şöför ve muavininin bisiklet alımında çıkarabileceği sorundu. Fakat bu korku da yersiz çıktı. 20.55' de Gölcük'den hareket ettik. Serhad Altınova'da bindi. Bu arada Emre'nin yanımıza gelmesiyle onun da aynı araçta olduğunu öğrendik, Seymen'den binmiş.
Gece yorucu ve uykusuz bir yolculuktan sonra, sabah 07.00' de Akyaka sapağında indik.




24. Ekim- Cumartesi :Akyaka'ya Varış ; Sabah otobüsten inince çok temiz bir hava ve panoramik Gökova körfezi manzarasıyla karşılaştık. Pedallayarak hemen aşağıdaki Akyaka'ya indik. Sabahın sessiz ve dingin havası heryeri sarmıştı. Çiçek ve çam kokuları eşliğinde, Esen pansiyonun olduğu yere gittik. Sahibi Fırat ismindeki genç arkadaş(Halbuki yaşlı biridir diye düşünmüştüm.) henüz gelmemişti, biz de sahilde biraz dolaşıp keşif yaptık.

Serhat bisikletini yüklemeye çalışırken...







Genç arkadaşımız Emre...

Azmak denilen derenin suyu son derece berraktı.

Akyaka; kuzeyindeki sarp tepelere sırtını vermiş, çok şirin ve kötü yapılaşmadan etkilenmemiş bir kasaba.

Çam ağaçları içinde kamp yapılabilecek güzel alanları var.










İlk gece Serhad'la birlikte konakladığımız Server apart (iki kişi 50 tl. Sezonda yani yazın 100 tl ve üzeriymiş.)
Bir gözlemeci de diğer bisikletlilerle birlikte kahvaltı ettik. Gözlemeler pahalı değil, sezon dışı olduğundan sanırım.

Konakladığımız apartın girişi; burada evler muğla stili denen tarzda yapılmış. Bahçeleri kokulu çiçeklerle bezeli, çok hoş...















Akyaka- Eski liman





Çamlar arasında Gökova körfezi. Öğleden sonra biraz yüzdük. Su soğuktu fakat ne gam.







Akyaka'nın yerleşimi ve evlerine hayran kaldık. Tatil yörelerinde gördüğüm en iyi korunmuş ve gelişmiş yerleşimdi. Bu koruma ve yapılaşma da Ağa Han ödüllü Nail Çakırhan'ın rolü saygıyla anılmalı.




Akyaka'da dinlenmeyle geçen bu ilk günün akşamı balık-ekmekten oluşan yemeğimizi, azmak kenarında bağlı balıkçı teknesinin içinde yedik. Daha sonra teknik toplantı yapıldı. Bize turumuz hakkında bilgiler verildi. Yolda çok arı olduğu ve ağzımız açık bisiklet sürmememiz öğütlendi. Yol boyu yiyeceğimiz yemeklerin fişleri ve sarı formalarımız dağıtıldı. Okul çocukları gibi şendik...
1. Gün: 25.Ekim- Pazar:Akyaka- Ören (60 km.) ; Sabah dinlenmiş olarak uyandık. Fazla yüklerimizi apartın önünden geçen kamyonete verdik. Burada beklerken yan apartta kalan Levent (İzmir'den) ile tanıştık. Birlikte azmak kenarındaki kahvaltı mekanımıza gittik. Güzel bir kahvaltı ettik, tıka basa yedim. Bu kadar çok kişiyle (aynı amaçla toplanmış) birlikte kahvaltı etmeyeli çok olmuştu. Bana üniversite günlerimi, Tuzla'da arkadaşlarla birlikte yediğimiz yemekleri hatırlattı. Yeni tanıştığımız Levent'le şakalaştık. Onun bu tura yarış ve performans gösterisi olarak bakmasını sağladık sanırım.


Kahvaltıdan sonra ilk gün sürüşüne başlıyoruz.
















Akyaka'dan toplu olarak çıkışımız...







Akyaka- Eski liman bölgesinden geçerken...
Sahili takip ederek batı yönünde ilerledik. Rampalar başladı. Hava çok güzeldi. Aşağılarda bakir koylar ve tertemiz görünen ıssız kumsallar uzanıyordu.




Rampalar ve bol virajlı yollar, çam ormanlarının içinde ilerliyoruz. Sol yanımızda masmavi gökova... Böyle güzel güzel ilerlerken, beni sağ omuzumdan arı sokuyor. Neyse ki arı sokmasına allerjim yok. Fakat yanma ve acı uzun süre devam ediyor.






Öğleye doğru Akbük koyunda mola veriyoruz. Denize giriyorum, bisiklet şortumla girdim çünkü deniz şortumu yanıma almamışım. Daha sonra ileride denize dökülen azmakta, soğuk tatlı suyla yıkanıyoruz. Denize girmek rahatlatıyor ve dinlendiriyor.
Sonrasında dik bir rampa çıkıyoruz.





Akbük tepesinde yakınlaştığımız ve sohbete başladığımız İrfan (Söke'den) ile birlikte...
Sonraki günlerde güzel bir dostluk kurduk onunla.

Gün sonunda gece konaklamasını yapacağımız Ören'e varıyoruz.
Ören, Akyaka-Bodrum arasında düz bir alanda yapılaşmış ve uzun bir kumsalı olan tatil kasabası görünümünde. Bodrum yönünde, kasabaya çok yakın bir termik santral ve dev bacası manzaraya diken olmuş. Ören, bu mevsimde çok sakin. Yazın oldukça yoğunmuş, ama asla Bodrum gibi değil. İyiki de değil.

Bu fotoğrafta görülen ağaçlık alanda çadırlarımızı kurduk. Ben bugün yine kilitli pedalın azizliğine uğrayıp durduk yerde düşmüştüm. Bacak ve kolumdaki ufak sıyrıklar için eczaneye gidip pansuman yaptırdık. Eczacı hanım bizim bisikletçi olmamızdan ve misafirperverliğinden para almadı. Sohbet ettik ve bu sakin görünen yerde bile hırsızlık olayları yaşandığını öğrendik.
Akşam yemeğini Ören belediyesi verdi. Belediye başkanı bir konuşma yaptı ve Ören'i anlattı. Ören'in hemen doğusunda yükselen Kocatepe'nin Paragliding için Türkiye'de en uygun yer olduğunu anlattığı bölüm özellikle ilgimi çekti.
Çadırda geçireceğim ilk gecemdi. Çadırı kurarken sağolsun İrfan yardımcı oldu. Onun da çadırı tesadüfen benim çadırın aynısıydı. Serhad ufak çadırını kurdu, bisiklet ile seyahat için çok hafif fakat bir o kadar da rahatsız edici görüntüsü vardı. Sanırım o da rahat edemediği için sonraki gecelerde çadırda konaklamadı. Gece pek rahat edemedim. Uyuyamadım. Çadırda ve ince mat üzerinde yatmak oldukça rahatsız ediciydi. İnsan herşeye alışıyor yeter ki inatçı olup devamlılık göstersin.
Ören-Kocatepe sahilindeki balıkçı barınağına yaklaşan balıkçı teknesi, sabahın ve günün bereketini taşıyor.
2.Gün:26.Ekim- Pazartesi: Ören - Bodrum ( 80 km.) ; Sabah erkenden kalktım. Çadırlarımızı topladık ve yüklerimizi kamyonet e verdik. Kahvaltımızı ettikten sonra bisikletlerimize atlayıp sabah serinliğinde yola çıktık. Hava kapalı. 20 dakika sonra Kemerköy termik santralinin önüne gelmiştik ki yağmur başladı. Yağmurluk giymekle uğraşırken yine en geride kaldım. Yağmur aralıklı yağdığından sık sık durup yağmurlukları çıkarıyorduk. Serhad'la birlikteydik. Gittikçe guruptan koptuk.

Meşhur türküsü olan ''Çökertme'' mi bilemiyorum.














Mazı rampasında sürekli yağmur yağdı. Biz Serhad ve İrfan'la birlikte gidiyorduk. Yağmurdan mı yoksa rampa çıkmaktan dolayı terlediğimizden mi anlayamadık fakat içimize ıslaklık geçmişti ve üşüyorduk.






Kısa süreli duruyor ve hem dinlenip hem de fotoğraf çekmeye çalışıyorduk.


Rampanın sonunda bir köyün yol ayrımında gurupla tekrar birleştik. Onlar yarım saattir moladaymışlar ve çok üşümüşler.İlerlerde bir yerde ağaç dikme etkinliğimiz varmış fakat biz pas geçtik. Ben ağaç dikmeyi çok severim ama yağmur, çamurda ve terliyken cesaret edemedim.



Sonunda bisikletlerimiz bizi Mumcular'a ulaştırdı. Hava sabahki haline inat açtı, sıcacık güneş çıktı. Burada öğle yemeği molası vermiştik.

Hepimiz ıslak giysilerimizi kurutmak derdine düştük. Ortalık pazar yerini andırıyordu. Güneşin altında olmayı hiç sevmem ama bu güneş bize ilaç gibi gelmişti. Hem kuruduk hem de ısındık.



Bodrum'a doğru yola devam ettik yağmur yeniden başladı. Çam ağaçlarının arasında çok güzel yollardan ilerlerken, taş ocaklarının (kayrak taşı,duvar ve yer dekorasyonunda kullanılan) bölgesinde yol birden çamura dönüştü. İnişte olduğumuzdan yavaş ve temkinli davrandık.
Bodrum girişine akşam hava kararmaya yakın vardık. Ve ben yine durunca ayağımı kurtaramayıp düştüm. Allahtan, tecrübe kazandım herhalde birşey olmadı.Konaklayacağımız yere kadar toplu halde ve konvoy şeklinde gideceğimizden sıraya girdik. Bodrum üst yolundan geçerek Gümbet Zetaş kampına vardık. Yorucu ama bir o kadar da zevkli bir gündü.

Kampta çadırlarımızı yine İrfan'la yan yana kurduk. Serhad ve Levent otelde kaldılar. Bu kampta yediğimiz akşam yemeğinden sonra biraz Gümbet'te dolaştık fakat tatlı yiyip kahve içeceğimiz düzgün bir yer bulamadık. Gümbet'te 12 yıl önce ailemle tatil yapmıştım. Müthiş değişmiş, dejenere ve avantür bir yer olup çıkmış. Bodrum adeta büyük şehir olmuş.
Bu gezim de sevmediğim ve hemen uzaklaşmak istediğim bir yer oldu Bodrum, Bodrum...


3.Gün: 27. Ekim-Salı : Bodrum - Datça - Aktur ( 40 km) ; Zetaş kampında rahat bir şekide geceledik, çadıra biraz daha alıştım sanki. Sabah çadırlarımızı toplayıp hemen yola çıktık. Kahvaltıyı feribotta yiyeceğimiz söylendi. Bodrumun beyaz badanalı evlerinin arasındaki, daracık sokaklarından geçerek sahile ulaştık. Yatlardan adeta deniz gözükmüyordu. Tıklım tıklım yatıyorlardı!
Bisikletlerimizi feribota yükledik. Sahildeki bir bakkaldan poğaça ve simit aldım. Feribot'da iki poğaça daha verdiler ve ben kahvaltıda 5 poğaça ! yemiş oldum.


Sabah Zetaş kampından çıkışımız...













Feribot'da yerlerimizi aldık. Hava güneşli ve güzel, rüzgar iskele baş omuzluktan 3-4 kuvvetinde keşişleme esiyor. Yolculuk yaklaşık 1.5 saat sürdü. Kışın hafta da bir defa karşılıklı sefer yapılıyormuş ve kişi başı 25 tl. imiş.












Puruvamız da Datça yarımadası... Hava güzel, feribot'da sohbet güzel, yeni tanışmalar, dostluklar...



Datça - Körmen limanına feribot kıçtankara yanaşırken İrfan'ı fotoğraflıyorum.






















Datça yarımadası ve Körmen limanı. Burada indikten sonra Serhad'ın bisikletinin lastiğinin patlak olduğu anlaşılıyor. Onu bekliyorum. Ve yine guruptan geri kalıyoruz. Biz ikimiz düz bir yolda yaklaşık 7-8 km pedallayarak Datça öğretmenevine varıyoruz. Diğerleri yok. Sonradan öğreniyoruz ki eski Datça'ya uğramışlar, Şair Can Yücel'in evini görmüşler. Öğle yemeğini Öğretmen evinde Datça belediyesi verdi, sağolsunlar. Datça vahşi turizimden nasiplenememiş, hakettiği yer bu değilmiş v.s. belediye başkan yardımcısı Bodrum ve Marmaris'e benzemeye hevesli gibiydi.
Datça'dan çıktıktan sonra düz yolda iyi bir tempo yakalıyor ve önlere doğru pedallıyorum. Bisikletin 28' teker olmasının düz yolda çok faydası var. Fakat rampalar da dağ bisikletleri daha avantajlı.
İlk rampa da arka lastiğim patlıyor. Değiştiriyorum. Yine en arkaya kalıyoruz. Hava güzel, yağmur yok. Datça'nın eski yolunun çok kötü, dar ve virajlı olduğunu duyardım hep, o yoldan gitmek nasip olmamıştı. Yeni yol oldukça güzel, rampalar var fakat virajlar yumuşatılmış ve yol genişletilmiş.
Yağmur zaman zaman çiseliyor. Gece kamp yapacağımız Aktur'a varıyoruz.


Çadırlarımızı çam ağaçlarının altına kuruyoruz. Hemen denize koşup güzelce yüzüp serin suların tadına varıyorum. Denizden çıkınca soğuk suyla duş alıyor ve üşütmemek için içimden dualar ederek çadırıma giyinmeye gidiyorum. Akşam yemeğini deniz kenarındaki bar-kafe gibi bir yerde yiyoruz. Ve ıssız sahilde dolaşıyoruz.






Emre ile çadırımın yanındayız.












Aktur öyle bir yer ki dünyadaki cennet adayı olabilir. Çam ağaçlarının içine ustalıkla yerleştirilmiş villalar, nefis kumsallar, açık denize neredeyse kapalı bir koy, bir yarımada düşünün kara ile bağlandığı yerin genişliği yaklaşık 100 metre ve her iki yanı kumsal, dış dünyadan izole tatlı yaşam alanı. Çadır alanımızda kışlamak için terkedilmiş karavanlar sessizliğe gömülmüş, yazın sahiplerinin gelmesini bekler gibi. Bungalov tipi evlerde bizim gurubun çadır da kalmayanları konakladı.
4.Gün: 28.Ekim- Çarşamba : Aktur - Marmaris ( 45 km.) ; Gece 03.30'da gökgürültüleri beni uyandırıyor. Ardından kuvvetli sağnak yağış başlıyor. Çadır yağmur geçirir mi kaygısıyla sabaha kadar pek uyuyamıyorum. Çadrım yağmur geçirmiyor ve yağmur testinden başarıyla geçiyor. Sabah sahildeki cafe de toplanıp kahvaltımızı ediyoruz. Yağmur durmaksızın yağıyor. Kaygılanıp Marmaris'e otobüsle gitmeye niyetlenenler bile oluyor. Saat:10.00 gibi yola çıkmak üzere Aktur'un çıkışında toplanıyoruz. Şansımıza yağmur da kesiliyor. Yola çıkıyoruz, sürekli tatlı bir çıkış ve kıvrılarak giden yol da ilerliyoruz. Gökova körfezi solumuzda, akdeniz sağımızda.
Denizden başka düz bir alan yok gibi, engebeli arazi, koylar, bükler, yeşil ve mavi iç içe... Çam ağacı ağırlıklı bir flora var, bizim oraların çeşitliliği yok. Ama hava kirliliği yok, insan ve yerleşim az(özellikle kışın).

Soldan sağa; Serhad, Ben, İrfan ve Levent.













Verici tepesi diye adlandırılan yerde mola verip fotoğraflar çekiyoruz ve toplu halde çekim yaptırıyoruz.


Güzel koyları kendimize arka plan yapıyoruz.










Manzara anlatılmaz yaşanır tadında...

Hisarönü denilen yerde mola verip pide ve ayrandan oluşan öğle yemeğimizi yiyoruz. Ardından Marmaris'e doğru kalan son etabımıza çıkıyoruz. Bir süre düz yolda gittikten sonra rampalar tekrar başlıyor. Bugün nedense biraz yorgunluk var gibi.

Sonunda çıkış bitiyor ve Marmaris manzarası çıkıyor karşımıza. Kalabalık, kişiliksiz, betonsu... Yine mola ve fotoğraflarla bu güzel turu belgeleme çabaları.












Hızlı bir inişle Marmaris'e giriyor, caddelerinde pedallayarak sahiline iniyor ve Atatürk anıtı önünde saygı duruşu yapıp, İstiklal marşını okuyoruz. Benim için turun sonu...
Biz Serhad ile birlikte, saat: 20.00 efe-tur otobüsüne yer ayırtıyoruz. Ve otelde konaklayacak arkadaşlarla vedalaşıp, bir lokantada akşam yemeğimizi yiyor ve otogara pedallıyoruz. Ertesi sabah salimen evlerimize varıyoruz.
Güzel bir etkinlikti. Organizasyon da emeği geçenleri kutluyorum. İlk defa böyle bir etkinliğe katıldım. Fakat benim tarzıma pek uyduğunu söyleyemem. Gençlerle ve birçok katılımcıyla pek iletişim kurduğumuz söylenemezdi. Önden gidenlerde adeta bir yarış havası vardı. Yirmili yaşlardaki gençler için hızlı gitmek, performans göstermek, eğlenmek, yarışmak önemliydi ve doğaldı. Benim içinse ağır ve farkında olarak gezmek, çevreyi görmek, doğa da olmak ve hissetmek önemliydi. Guruba uyma kaygısı beni gerdi ve yordu. Kendimi gezerken özgür hissetmedim. Ama benim için bir kez denenmesi ve yaşanması gereken bir turdu. Güzel dostlar ve dostluklar da edindim. Bisikletle yolda olmak herşeyden önemliydi.
Yolunuz açık olsun...

2 yorum:

  1. gitmek herkesin istediği, azının başarabildiği bir eylem olarak kalmaya devam ediyor.can yücel'in dediği gibi
    alışkanlıkların rahatlığı, monotonluğun bıkkınlığını yeniyor. gidilmiyor. bisikletle yola çıkmak isteyenlere de bu konu hakkında bilgi veren bi yazı yazsanız ne güzel olur. bisiklet seçimin de dikkat edilmesi gerekenler, aksesuarlar gibi mesela..ne güzel olur.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Kaptanım,yazıyı okurken ve fotolara bakarken ben sizden fazla yoruldum,iyi seyahatler ve eğlenceler.

    YanıtlaSil