11 Kasım 2009 Çarşamba

Çılgın Kalabalıktan Uzak...

 
Pazar günüydü. Kasım ayının en güzel günlerinden biriydi. Hava açık ve sıcaktı.üzel günü doğada pedallayarak geçirmeye karar vermiştik. İzmit'te buluşacak ve Tahtalı göletine doğru pedallayacaktık...


Sabah ben evden, onlar İstanbul yönünden geldiler ve perşembe pazarı alanında buluştuk. Santral yokuşunu (%18) yürüyerek çıktık. Bu dik yokuşun bitiminde, şehir panoramasına kısa sürede ulaşılır. Otoban köprüsünden geçtikten sonra, yol yapımı bize eşlik etmeye başladı. Umuttepe'ye doğru yol genişletme çalışmaları vardı. Bir süre bu dar ve tehlikeli yolda ilerledik. Üniversite hastenesinin ardındaki Kent ormanı piknik alanında ilk molamızı verdik. Kahve içip, hafif birşeyler yedik. Eski İstanbul yolunda (41-77 no'lu yol) ilerlemeye başladık. Araç trafiği iyice azalmıştı. Ağaçlarla çevrili yoldan ilerlemek çok hoştu. Biraz gittikten sonra, daha önce bu turu yapmış Serhad'ın rehberliğinde sağa saptık. İyice ıssızlaşan yolda ilerlemeye başladık. Tertemiz bir hava, sonbaharın renklerine bürünmüş ağaçlar ve sessizce ilerleyen üç bisikletli...
Tahtalı göletine doğru ilerlerken çevremizdeki irili ufaklı köylerin tarlalarında köylüler traktörleriyle çalışıyorlardı. Bazısı toprağı sürüyor, tohum atıyor ve kimi de sunni gübre serpiyordu.
Geredeli köyünden hızlıca geçtik. Aşağıda Tahtalı göleti belirdi. Yaklaştıkça daha belirginleşti. Arkadaşlar fotoğraf çekimi için durduklarında, makinemi yanıma almadığıma pişmandım. Çünkü, gölet kenarındaki bitki ve ağaçlar sonbaharın tüm güzelliğini suya aksettirmişti. Uzun bacaklı ve boyunlu kuşlar gölet'e konuyor sonra da zarif hareketlerle havalanıyorlardı. Göletin karşı kıyısında ilerledik ve çimenlik bir yerde mola verdik. Yanımızda getirdiğimiz azıklarımızı kahve eşliğinde yedik, sohbet ettik ve dinlendik. Gölet kıyısında balık avlama umuduyla gelmiş insanlar gördük. Doğaya atılmış, bırakılmış çöplere burada da bol miktarda rastladık. Özel araçlarıyla buraya gelip, çöplerini etrafa saçılı bırakanlara ne demeli. -Yazıklar olsun...
Yakınlardaki daim akar çeşmeden mataramı doldurdum. Yola devam ettik. İnişli-çıkışlı köy yollarından geçtik. Himmetli köyünden geçerken, asırlık meşe ağaçlarının fotoğraflarını çekemediğime çok üzüldüm. Benim ağaçlara ilgi duymam ve onları tanımam arkadaşım Cengiz'in ilgisini çekti. Aslında doğal olan bu değil miydi? Ağaçların müthiş çeşitliliğini ve onların kereste olmayıp canlı varlıklar olduğunu, bizlere şehir yaşantısı unutturmuştu.
Issız yolların kıvrımlı rampalarını tırmanarak yine eski İstanbul yoluna çıktık. Sola dönüp, bu yolda kısa bir süre ilerledik. Motorsikletli gezginlerle selamlaştık. Derince'ye inen yolu gösteren sapaktan sağa döndük. Pırıl pırıl asfaltlanmış bu yolda kah inip kah çıkarak ilerledik. Saat: 15.30 olmuştu. Çenedağı'na çıkma planımızı başka bir geziye bıraktık. Dik bir inişle Derince-Çenesuyu mevkisinden D-100'e indik. Yani Kocaeli stadının yanına inmiştik. Çılgın kalabalık her yanımızı sarmıştı. On dakika önce ıssız doğa da iken, deniz seviyesine inince boğucu kalabalıkla karşılaşmıştık. Plajyolu ve Sekapark'tan geçişimiz de insan kalabalıklarının baskısı altında oldu. Nihayet Outlet denilen alışveriş çılgınlığı mabetinde arkadaşlarımla vedalaştım. Saat: 16.45 olmuştu ve bu alışveriş merkezi denilen canavar, arabaları yollara kusmaya çalışıyordu. Onlarca özel araba içindeki zavallılarla, yola çıkabilmek için bekleşiyordu. Bir pazar günlerini daha bu merkez de geçirmiş, güvenli yaşamın, fastfood'un ve ucuz alışverişin keyfine varmışlardı!
Ben, bisiklet sürüyor olmanın rahatlığı ile bu çılgın kalabalığın içinden geçip gittim...
Yolunuz açık olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder