19 Ekim 2010 Salı

Gökova Pedallarımın Altında - 4



Muğla Üniversitesi Kampüsünde ilk gece kampı...

Gökova etkinliğine neden katıldım; 175 kişinin birlikte, 6 gün boyunca, toplam 300 km. üzerinde pedalladığı bu etkinliğe geçen yıl (Gpa-3) katılmış ve sonuçta bu kadar çok kişinin bisiklet birlikteliğinden pek hoşlanmamıştım. Değişik yaş guruplarından oluşan bu karışım-kendi içinde kargaşayı barındıran- yalnız pedallamayı daha çok seven bana, fazla acelece ve yarış havasında gelmişti.

Birçok olumsuz izlenim ve anı vardı ama bir o kadar da beni etkileyen güzel izlenimler de hafızamda kalmış olmalıydı ki, bu yıl katılmaya aniden karar verdim...
Bisikletle, evden-eve türü turları seven beni en çok geren bir motorlu aracı kullanacak olmamdı. Bu bir otobüstü ve bizi-Kuvvet hocamla birlikteydik- Muğla'ya kısa zamanda ulaştıracaktı. Otobüs Karamürsel'e vardığında 2 bisikletin daha otobüsün bagajına konacağı gerçeği, şöförü öyle bir isyan ettirdi ki, akla ziyan. Anlaşılacağı gibi bisikleti sevmeyen yalnızca köpekler değildi, otobüslerin de yıldızı barışmıyordu onlarla. Bisikletin 2-3 katı hacim ve ağırlıkta bavul v.s. getirseniz, çok saygın olarak karşılanıp ağırlanırdınız da, bisikletle geldiğiniz de serseri-meczup muamelesi görmekten kurtulamazdınız.

Biz dört arkadaş ve bisikletlerimiz, sabahın 6'sında Muğla'nın soğuk ve ıssız otogarına atıldığımızda, bizi buraya getirdiği için otobüse müteşekkirdik yine de...

Muğla otogarı sıradışı pazar günlerinden birini yaşıyordu, yurdun dört bir yanından bisikletlerin buluşma noktası olmuştu. Otogarın müdavimleri böyle bir pazara hazır değillerdi, şaşkınlıkla bakakaldılar. Kervansaray'a gelen kervanlar-ülkemizde bol bulunan ipek yollarından- yük olarak ''at'' taşıyordu.

Atlılar-pardon bisikletliler- doludizgin Muğla üniversitesi kampüsüne sürdüler atlarını...

Kampüs alanında çadırlar kuruldu, akşam toplantılar yapıldı, temiz bisiklet urbaları dağıtıldı, yemekler yenildi. Daha önce tanışanlar hasret giderdi, yeni tanışıklıklar oluşturuldu. Çocuksu kahkahalar atıldı, komiklikler yapıldı, gece indi hava soğudu. İlk günün yorgunluğu, çadırların huzurlu basitliğine teslim edildi.

Sabah kalkıldı, gençler şakalaştı, yaşlılar selamlaştı ve çadırlar toplandı. Yükler araçlara verildi. Biskletlerle, başlama yöresinde toplanıldı, anlar tutulmaya çalışıldı-fotoğraflar çekildi.

1. Gün: Muğla'dan başlamış oldu. Muğla ülkemizin yüksekçe (700mt) bir yöresinde kurulmuş ve kendisini kuzeyindeki tepelere yaslamış bir şehir-gezmek nasip olmadı. Düz bir rotada bir süre ilerledikten sonra Muğla Kent ormanı girişinde mola verdik.


Muğla Kent Ormanı girişi...

Bu orman alanının içine girdik ve yaklaşık 9 km. süren berbat bir yolda ilerlemeye çalıştık. Yol taş ve kayalıktı. Kah bisiklete bindim, kah yürüdüm. Ula'ya ulaştığımızda yorulmuş ve acıkmıştık. Yemekler yendi, sular tazelendi. Bu küçük ilçede bisiklet kullanımının yoğunluğuna şaşkınlık ve takdirle bakıldı. Genç, yaşlı hemen herkes bisiklet kullanıyor gibiydi. Ula'dan sonra virajlı ve uzun bir inişle deniz seviyesine-Gökova Körfezi- inildi. Fren sıkmaktan eller yoruldu. Gökova köyünden geçildi, varış ve konaklama yerimiz Akyaka'ya varıldı. Çadırlar kuruldu, denize girildi. Deniz suyundan çok tatlı suya-(Birçok yerden denize karışan ve azmak denen sular vardı)- benzeyen pırıl pırıl ve soğuk sularda günün yorgunluğu atıldı. Ben-Kuvvet hoca- Yavuz üçlüsü oluştu. Dostluk ve birliktelik başladı...

2.Gün: Akyaka'da, azmak kenarında, içinden berrak sulu ufak derelerin geçtiği bir lokantada sabah kahvaltısı tıka-basa(enerji depolanmalı) yenirken, yolculuk hakkında koyu sohbetler yapıldı. Sabahın serinliğinde, rüzgarsız ve ıssız yola, bisikletler konfeti misali serpildi. Gökova körfezinin kuzey kıyıları boyunca karıncalar gibi birbiri ardına sıralandılar. Güneşi ardlarına alarak batıya pedal bastılar. Çam ağaçları onların geçişlerine tanıklık etti.

Öğle molası Akbük'te verildi. İsteyenler denize girdiler,yüzüp rahatladılar... Suyu soğumaya dönmüş deniz, bizi engin sularına balık misali alırken pek davetkardı. Akbük koyu tam zamanında sit alanı ilan edilerek, gözünü para hırsı bürümüş, beton manyağı insanımızın çalışkan ellerinden kurtarılmış, karavancılara kucak açmış.

Her güzelliğin bir sonu vardı. Yolcu yolunda gerekti, serinlemiş bedenlerin hararete ihtiyacı varmış gibi pedalladık, rampaları kan-ter (kan yok canım) içinde tırmandık, Akbük koyuna son bir kez kuşbakışlı ve fotoğraf makineli baktık. Kultak köyünde, ramparı çıkmakta güçlük çeken zavallıların beklenmesi-adeta sadistce seyredilmesi ve çay-elma-poğaça üçlüsünün eşliğinde sohbet seramonisi gerçekleşti. Tepedeki köyün şaşkın bakışları altında, üzerine bol miktarda gevşek mıcır serpilmiş kaydırak gibi yoldan, Ören çayı vadisine tehlikeli inişimizi dikkatlice tamamladık ve topluca Ören'e giriş yaptık. Sahildeki kamp alanımızda gecelemek için çadırlarımızı tekrar kurduk. Geçen yıl akşam yemeğinde belediye başkanı konuşmuş ve doğal olarak kasabasını öğmüştü, bu yıl yoktu. Biz de yazar-çizer Aydan Çelik gurumuzun tatlı sohbetini dinledik,İstanbul temalı yol bisikletini hayranlıkla mıncıkladık. Çadırda 3.gecemi uyuyarak geçirdim. Çadırla aramda bir bağ oluştu da ona alıştım mı yoksa günün yorgunluğumu beni uyuttu, bilemem.Sabah uyandığımda manzara şöyleydi:


Ören'de sabah...

3.Gün: Ören'den kahvaltı sonrası topluca hareket edildi. Bu arada havanın gecen yıla oranla çok güzel olduğunu belirtmeliyim,geçen yıl yağmurluydu. Özel bir termik santral ve Gökova körfezine yakışmayan uzun bacası geçildikten sonra bir süre-yaklaşık 1 saat-denize paralel yol alındı, sonra kuzeye dönülerek Mazı rampaları çıkılmaya başlandı. Gecen yıl yoğun yağmur yemiştik burada,ıslanmıştık. Rampa başlangıcında mataramı su ile doldurduktan sonra, konaklama yerine kadar-bakkal-kafe - hiç durmadan tırmandım.

Öğle yemeği molamızı Mumcular'da verdik. Buradan sonra Bodrum'a dağ yollarını izleyerek gittik. Bodrum taşı-kayrak- ocakları bu yol üzerindeydi. Bodrum-Gümbet'teki Zetaş kamp alanına kadar toplu halde-konvoy sürüşü yaptık. Biz üç arkadaş kamp alanı yakınında bir otelde kalıp kendimizi ödüllendirdik. Sabah otel restoranının çatısında dolaşan fare,ödülün değerini düşürdü ya neyse.

Bodrum hakkında söylenecek çok şey kalmadı sanırım ama benim gözlemim; doğulu işletmecilerin elindeki bodrum, Türk malı turist çekilince İngiliz yaşlıları ve rus çıtırlarıyla pek bir ilgili, bizi -kim bu arızalar,nidalarıyla karşılayanlar kulağıma çalındı.Bodrum'un halini yine sevemedim.

4. Gün : Bodrum-Datça-Aktur : Sabah kahvaltısını fareli otelde yaptık, otel şefini fare konusunda uyardım. Öyle bir itiraz edişi vardı ki, kendimi bir an belediye denetçisi sandım; -siz yine de onu zehirleyin, sonra kötü olur, diyerek işaret parmağımla çatıyı gösterdim. 40 lira verdiğim bu pasaklı otelden hızla çıktım. Topluca Bodrum limanına pedalladık, özel feribotumuza doluştuk.

Kıç omuzluktan esen frişka karayel eşliğinde Datça-Körmen iskelesine yanaştık. Datça yarımadasının kuzeyinde olan bu iskeleden Datça'nın merkezine nispeten düz yoldan pedalladık. Biraz şehir turu yapıp öğle yemeği için mola yermize ulaştık. Yemekler yendi, Datça'lı dostlarla konuşuldu, zaman akıp geçti. Bu yıl eski Datça'ya da gittim. Şair Can Yücel 'in muhterem eşi bize onun çalışma evini gezdirme inceliğinde bulundu. (Ki yalnızca ölüm yıldönümü olan 12 ağustoslarda halka açık). Eski Datça köyü, turistik eşya dükkanları ve butik otelleri ile, Yeni Datça ise hızla betonlaşan ve deniz kenarlarını kanser gibi saran hastalıklı yapısal görünümü ile doğal ve güzel olanın, para ve hırs uğruna nasıl bozulup, ırzına geçildiğinin kanıtlarıydılar.

Datça'dan çıktıktan sonra gece konaklayacağımız Aktur 'a kolayca ulaştık. Çadırlarımız kurup, hemen denize koştuk, deniz suyu soğuktu, geçen yıl aldığım zevki bu yıl alamadım nedense.

5.Gün : Aktur'dan çıkıp Marmaris'e doğru yol aldık. Bu son gün bana sıkıcı geldi. İsteksizce pedalladım. Marmaris'te otele yerleştikten sonra, birkaç arkadaş sahilde sıralanmış kafelerden birinde oturup sohbet ettik. Yıllar öncesinde sahilde oturmaya gelmiş Evren paşa'nın çevresine toplanan kalabalık geldi gözümün önüne. Her şeyin bir sonu vardı... Benim içinde bu tur bitmiş oldu.
Eve dönüş yolculuğu tam bir ızdıraptı, otobüsle 14 saat, işte bunu sevmiyorum artık...

Fotoğraflar acelece ve acemice , çekilenlerin tümü burada;
Gökova Pedallarımın Altında-4 - Foto albüm

Yolunuz açık olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder