28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kartepe'de yürümek...


 Bisiklet yaşam yolum, dengede kalmanın hareket etmeye bağlı olduğunu bana sürekli hatırlatan araç. Yürümek ise benim içselliğim, doğal akışım, sık sık başvurduğum bir terapi,aydınlanma,meditasyon...
E böyle olunca, Kocaeli Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü' nün düzenlediği ''1.Ulusal Kocaeli Dağcılık ve Doğa yürüyüşü şenliği''ne katılmamak olmazdı...
Devamını oku, hele de sonuna kadar okuyabilirsen , sislerin ardını göreceksin eminim ;



Cumartesi sabahı İzmit perşembe pazarı alanına vardığımızda hava limoniydi, hafif hafif çiselemekteydi, ama kurt'un puslu havayı sevmesi gibi alanda toplanan doğa çılgınlarının bu havadan etkilenmediği yüzlerindeki gülümsemeden belli oluyordu. Tanışmalar ve kısa sohbetlerden sonra belediye otobüsüyle yola çıkıldı, Kartepe yaklaşık 40 km'de, 1600 metredeydi ve duvağını açmayan nazlı gelin gibi sisler altındaki zirvesini bize göstermiyordu. Devamlı tırmanan,virajlı, cillop asfalt, sucuk-ekmek tıkınğaçlarıyla(lokanta) dolu yolu yarım saatte tamamladık. Kuzu yaylanın daha ilerisinde zirveye yakın bir yaylada (adını bilmediğimi anlayın artık) otobüsümüz homurdanarak durdu, otobüs ahalisi olan bizler dışarısını görünce önce inmemek için direndik, sonra geliş sebebimizi hatırlayarak çamurla ilk teması sağladık. Manzara şuydu: Sisten beş metre ötesi hayal alemiydi, top içinde ''çamur banyosu'' yapılacak kıvamdaydı, bir gece önceden burada konaklamış olan kampçı arkadaşlar bizi görünce yerlerini bize devretmeye o kadar hevesliydiler ki, çadırlarının içlerini görmesek de ıslanmış olduklarını anlamıştık, yağmur her noktadan saldırıyordu, hevesimiz ve azmimiz bu noktada kırılacak mıydı. Asla...
Oymak başımız ve liderimiz olan Mehmet Demir bey sislerin içinden bağırdı:''Arkadaşlar aşağıya (şehire-İzmit'e) dönmek isteyenler aynı otobüsle 2 saat sonra geri dönebilirler.'' Dönenler oldu ama ben dönmedim,  aya ayak basan astronot gibi çamura daldım...


Yaklaşık bir yıldır ''Çadır-uyku tulumu-mat'' üçlüsü evimin çatısında işlevsizce duruyorlardı, maddenin ruhu varsa eğer bu etkinliğe katılmayı en çok onlar istemiştir, çünkü ilk defa Kartepe'de dağda kamp atacak ve fotoğraftaki gibi kurum kurum kurulacaklardı.


 Çadırlarımızı kurduktan sonra: önce bulduğumuz her türlü yiyeceği ''burası da insanın iştahını açıyor yahu'' iç söylemiyle, tıkındık; ne bulduysak yedik yani, sandöviçler,meyve suları,simit,tulumba tatlısı v.b. Sonra da liderlerimiz usta dağcılar ikinci yürüyüş akınını başlattılar. Birincisini zirveye, antenin olduğu yere yapmış ve sisten 3 metre ötesi görülmediği için bilenler yani ben, bilmeyenlere sırttaki otelin pis lekesini, görüyormuşçasına İzmit körfezi ve Sapanca gölünün aynı kare-panorama da en güzel buradan yakalanacağını el-kol hareketleriyle canlandırdım.
Neyse  okuma azminizi sınadıktan sonra gelelim 2.yürüyüşe; kısaca bu doğa, çiçek-böcek fotoğraflamaca turu oldu.


Buralarda rahat rahat,özgürce yaşayan dağ çiçekleri ilgiden şaşkındı, güzelliğinin farkında manken edasıyla poz verdiler.


Her türlü zorlu engeli zevkle aşıyor, adeta çocukça bir neşeyle oradan oraya koşturuyor, belgelemediğimiz bir tek oradaki nefis kokular kalsın istiyorduk.


Bakir, verimli,çılgınca renkli doğanın gürbüz yerlilerinden bir salyangozu izin bile almaya gerek duymadan fotoğraflıyor ve o anı ölümsüzleştiriyorum.


Kıyıda köşede ve de gölgede kalmış son ''Kar'' adacığında çamurlu potinlerimizi temizliyoruz.


Kadim ''Kayın'' ormanına ve dev ağaçlara saygı,sevgi, minnet, şefkat ve hayretle bakıyoruz, onların bu dünyanın ciğerleri olduğunun bilincinde olarak.


Akşam hava soğuyor, tecrübeli arkadaşlar daimyanar dev bir ateş yakıyorlar, çevrede bolca bulunan ağaç dallarıyla besliyoruz onu ve çember oluşturup etrafında sımsıcak sohbetler edip, yeni dostlukları pekiştiriyoruz.


Uyku tulumunun içinde pek rahat olmayan (ama sen bunu istemedin mi zaten) çadır ortamında, biraz üşümüş olarak uyanıyorum pazar gününe; yağışsız, açık, kuş sohbetli, sessiz, dingin, tertemiz hava.
Tuvalet zorunluluğu doğal yoldan doğanın içine edilerek karşılanıyor buralarda, aşağıdaki büyük şehirdeki pislikle karıştırmayalım ama lütfen.


 Kahvaltı, çadırların toplanıp kamyona yüklenmesi, etrafta yapılan mıntıka temizliği,  topluca fotoğraf makinalarının yaylım ateşiyle infazın sonrası tek sıra halinde 69 (sıksık kendimizi saydığımızda sayı buydu) ademoğlu büyük yürüyüşe başlıyor. Sabah serinliğinde sohbetler eşliğinde tam bir şenlik havasında yürüyoruz. Rotamız batıya doğru, hedefimiz ''Serindere kanyonu'' na inmek,içine girmeden tabi.


 Ustaların  bir keçi rahatlığında yürüdüğü, acemilerin kan-ter içinde kaldığı, anladığımız anlamda yolun olmadığı bir yürüyüşten sonra ''Oturaktepe'' tabir edilen yere ulaşıyoruz. Burayı nasıl betimliyeyim; sanki uçak penceresinden bakıyorum, bulutların üstündeyiz, bulutlar İzmit körfezini ve şehirlerimizi beyaz bir yorgan gibi örtmüş adeta, manzara anlatılmaz seyredilir tadında. Güney-batı tarafında karlı zirveler görünüyor, bazı Bursalı katılımcı dostlar, Uludağ olduğunu iddia ediyorlar, eğer öyleyse çok hoş.


Bir süre dinlenip bol bol fotoğraf makinalarıyla uğraştıktan sonra, kendimizi aşağılara doğru salıyoruz, eğim 20-25 derecenin üstünde sanırım. İlk yorgunluk ve uyumsuzluk işaretleri alınıyor; bir bayanın dizi burkuluyor ve inmekte güçlük çekiyor, dizlik takılıyor biraz daha rahat inmeye başlıyor. Çantasında çift dizlik taşıyan ve tavırlarından doktor olduğunu sandığım bayan taktı dizliği.
Bu tip yürüyüşlerde ve doğada insanlar yardımsever ve paylaşımcılar.


Çok dik ve sık ağaçlıklı bir bölgeden inerken yerdeki kırık dalları örten yaprakların tuzağına düşen birçok arkadaş kıçının üstüne oturuyor, böyle durumlarda sağ elimde görünen doğal batonun büyük faydası oluyor, gün sonuna kadar onu elimden bırakmıyorum.


Nihayet ilk yerleşim yerine yani ''Pazarçayır'' köyüne ulaşıyoruz. Önümüze kırmızı halı serilmiş gibi taş parke bir yol çıkıyor, yolun bir tarafında girişimci bir lokanta, diğer tarafında bolca akan su var. Doğal olarak su tarafı tercih ediliyor. Sonrasında ''Kartepe İzcilik merkezi''nde bir süre dinleniyoruz. Yağmur engel olmasa ve dün buraya gelebilseydik yiyeceğimiz pilavın döküldüğü çayırlıkta uzanıp, gözlerimi Samanlı dağlarının yeşine boyuyorum.


 Biteviye inen toprak dağ yolunu takip ederek nihayet vadinin tabanına ulaşıyoruz ve tropik sıklığında bitki örtüsünü yararak ilerliyoruz, soğukdere'nin kah sağına kah soluna geçiyoruz, buz gibi sularında yorgun ayaklarımız ıslanıp çivi gibi oluyor,adeta şarj oluyoruz.


 Hızla akan  berrak ve temiz sular  kar beyazı köpükler oluşturarak, gürleyerek, içtiğimiz musluklarımızdan akan suya katkıda bulunmak istercesine ''yuvacık barajına'' kavuşup sakinleşiyor.


Kalın siyah bir su borusunun içinden geçtiği karanlık tünelden geçiyoruz, kafa lambaları eşliğinde.


Dağlardan akan sular uzun şelaleler oluşturarak derelere katkıda bulunuyor.




Serindere alabalık piknik alanının bulunduğu yerde saat:16.45'te yürüyüşümüz sonlanıyor. 3 belediye otobüsü bizi İzmit'e bırakıyor. Yeni kurulmuş dostluklar samimiyetle vedalaşıyorlar.
Yürüyüşün analizi: İlk olmasına rağmen sorunsuz, organize ve samimi bir şenlik oldu. Mehmet , Levent ve diğer sorumlu arkadaşlar gerçekten büyük bir iş başardılar, bu etkinliğin ileri yıllarda çok daha tanınmış ve fazla katılımlı gerçekleşeçeğine inanıyorum.
 Ben şahsen bu iki günde çok şey kazandım; yeni dostlar edindim, Levent ve Cevat'ın da bisiklet sever olduklarını öğrendim, bisiklet yoldaşlarım olacaklarını umuyorum. Bayan ve genç katılımcıların çokluğu benim geleceğe ümidimi bir nebze arttırdı.
 Hafta sonlarını alışveriş (avm) merkezleri denilen sahte vahalarda geçiren büyük çoğunluğun görüntüsü canlandı; Arabalarla yoğun trafikte gürültülü,boğucu,sinir-stres bu alanlara park edersin, sıra sıra tekstil dükkanlarında boyalı,kimyasal kokulu çamaşırları ellersin, kredi kartlarından çekim yapan ruhsuz,soğuk,donuk,zavallı kasiyerle gözgöze gelmeden paranı eksiltirsin, fast-food'unu tıkınırsın, sahte bir güvenlik duygusuyla  kalabalığın içinde yalnız dolaşırsın ve sonunda geldiğinden daha yoğun bir trafikte evine ulaşmaya çalışırsın ve bunun adı ''Haftasonu etkinliğin'' olur. Bu karabasan gibi, korku filmi gibi görüntüyü uzun yıllardır kafamdan sildiğim için çok mutluyum.
Konformist olmaya sistem bizi zorluyor, televizyon, internet ve bunlardan yayılan zehirle (reklamlar) koyunlaşıyor tek-tip insana dönüşüyoruz. Çok beygirli araçları bize satanlar sıkışıp kalan beygirlerin bakımını da bize yüklüyorlar.
Doğanın içine kadar bu araçlarla gidip, piknik alanlarında tıkınıp, artıklarını etrafa gelişigüzel bırakanlar bulundukları ortamın farkında dahi olamayanlardır. Doğal alan insanın iyi ya da kötü müdahale etmediği alandır.
Yolunuz açık osun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder